Sayfalar

4 Aralık 2012 Salı

OSMANLICA MASALLAR

Mesleğim icabı biraz da olsa Osmanlıca okuyabiliyorum.  En azından dükkana gelen kitapları, dergileri, gazeteleri okuyabilecek kadar Osmanlıcam var.  Ama iş elyazmalarına veya el yazılarına gelince çuvallıyorum.  Bir resmin altını, bir kartpostalın arkasını okumak benim için neredeyse mümkün olmuyor.  Ben de paşa paşa el yazılarını okuyamayacağımı kabullenmiştim.  Ta ki elime ince bir defter geçene kadar.  Bu ince defterin içinde kurşun kalemle yazılmış bir şeyler vardı. 




Kaşımı gözümü yara yara başlığı okudum:  Milli Masal, Of Lalanın Hikayesi...

Ve aniden önümde bir kapı açıldı.  O, bir resim altındaki beş altı kelimeyi bir saatte okuyamayan ben, masalı sular seller gibi okumaya başlamaz mıyım?  İşte masalların büyülü dünyası bu olsa gerek!  Okuduklarımı sizle paylaşmadan önce, o günkü İstanbul'dan bir gravür paylaşayım dedim..
        






Milli Masal
Of Lalanın Hikayesi

Zaman-ı evailde bir oduncunun üç kızı var imiş.  Bu kızların hepsi güzelmiş.  Fakat en küçüğü müstesna güzellerdenmiş.  Bu adamcağız gayet fakir olup akşama yiyeceklerini ancak tedarik edebiliyormuş.  Her gün sabahları erkenden Unkapanı Köprüsünün başında oturur odun yardıracak müşterileri beklermiş.  Bir akşam büyük kızı der ki:
            -- Babacığım canım çok balık istiyor.  İnşallah yarın Cenab-ı Hakk kâr verir de bize balık alıp getirirsin.
            Babası da:
            -- Evladım!  Yarın her ne kazanırsam onunla size balık alırım.  Yarın senin kısmetine gideyim bakalım ne kazanacağım?  diye cevap verir.
            Ertesi gün adamcağız sabahleyin erkenden kalkar Unkapanı Köprüsünün başına gider, her vakitki yerinde oturur, maişetinin gelmesini bekler.  Saat altıya kadar bekler  Kimse gelip de:
            --Gel!  Baba şu odunu yarıver, demez.  Adamcık mahzun olur.  Oranın  balıkçıları öğlen yemeğini yemek için iskeleye çıkmışlar.  Oduncu Baba gidip balıkçılara der ki:
            --Kuzum evlatlarım biriniz bana sandallarınızla oltalarınızı verseniz de siz yemek yiyinceye kadar bekler birkaç balık tutarım.  Balıkçıların hiçbirisi aldırmaz.   İçlerinden bir tanesi:
            -- Baba!  Benim sandalımla oltamı al da ben gelinceye kadar ne tutarsan bahtına der. Zavallı adam;
            -- Hay Allah razı olsun! Cenab-ı Hak seni de sevindirsin, diyerek hemen sandala atlar.  Epeyce kenardan açılır, oltayı denize atar, bir müddet sonra oltanın sallandığını hisseder hemen çekmeye başlar. Oltanın ucunda gayet güzel bir balık görünüyor.  Balığı çıkarır oltayı tekrar denize  atmaya meydan kalmadan balıkçı iskeleye gelip:
            -- Haydi baba, artık yeter, ben yemek yedim, diye haykırmaya başlar.  Zavallı oduncu bir balıkla iktifa ederek iskeleye gelmeye mecbur olur.  İskeleye çıkar, balıkçı sorar:
            --Baba iyi balık tuttun mu?  Oduncu dahi:
            -- Evladım şu bir dane balığı tuttum, diye gösterir. Doğru sözlü insaniyetli bir adammış.  Balığı gördüğü zaman:
            --  Baba! Senin talihin var imiş.  Bu balığı elli aydır biz arıyoruz da bulamıyoruz.  Bunu padişah istemişti.  Doğru saraya götür padişahdan ihsan alırsın, der.  Oduncu sevinerek:
            -- Eksik olma evladım, Allah senden razı olsun diye baltasının ucuna balığı takar omzuna alır saraya doğru gitmeye başlar.  Saray kapusuna gelir kapıcılara:
            --Padişahın huzuruna çıkacağım, der.
            Kapucu:
            --Haydi işine git!  Bu kıyafetle mi padişahın huzuruna çıkacaksın? Diye adamcağızı paylar.  Oduncu der ki:
            -- Oğlum ben padişahın iki aydır arattığı balığı getirdim.  Kendim gidip vereceğim, salıver beni içeriye!
            Kapıcı ile kavga etmeye başlarlar.  Padişah da kapının üzerinde bir camlı bir oda var imiş, orada oturmak için henüz odaya girmek için kapının önünde bir gürültü duyar.  Hadımağasını gönderip gürültünün sebebini sordurur.  Hadımağası keyfiyeti anlar, gelir der ki:
            -- Padişahım!  Bir oduncu gelip huzurunuza çıkmak istiyor.  Kapıcı da mani oluyor.  Gürültü bundan ibaret. 
            Padişah:
            -- Canım bırakın gelsin bakalım ne istiyor, der.  Hadımağası gidip oduncuyu padişahın huzuruna getirir.  Padişah:
            -- Baba ne istiyorsun? Diye sorar.  Oduncu dahi:
            -- Şevketlim, senin istediğin balığı tuttum, der.  Padişah bakar ki hakikatten elinde aradığı balık. . .  Memnun olur.  Oduncuya yüz lira ihsan eder.  Oduncu sevincinden çıldırmak derecesine gelir.  Hemen padişahın boynuna sarılıp öpmek ister.  Yaverler oduncunun bu hareketine mani olurlar.  Adamcağız dua sena ederek saraydan çıkar.  Tenha bir virane bulur, yere oturur, koynundan eski paçavralarla yerde iğne iplik çıkarıp torba gibi diker.  Doksan dokuz lirayı diktiği torbaya kor. Bir lirasını alıp doğru balık pazarına gider.  Bir okka uskumru balık alır.  Soğan, maydanoz, kömür, gaz yağı, sirke velhasıl her ne lazımsa cümlesini alıp sevinerekten evine gelir.  Kızlar babalarının elinde balığı görünce sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırırlar.  Biri ateş yakar, biri balığı ayıklar, biri de soğan salatası yapar.  Hem de balığa piyaz hazırlar.  Balığı güzelce ızgara yaparak güle oynaya yerler.  Cenab-ı Hakka şükür ederler.  Oduncu baba padişahın verdiği yüz liradan hiç kızlarına bahs açmaz.  Ortanca kızı der ki:
            -- Babacığım ablamın talihine gittin balık parası kazandın.  Benim talihime de git de bakalım kazanabilecek misin?  Hem bize bu kadar balık az geldi.  Yarın gece de yetirsen yine iştah ile yeriz.  Olmaz mı?
            Babası dahi:
            --Kızım senin talihine de inşallah yarın giderim.  Hatırın kalmasın.  Kazanırsam yine size balık alıp getiririm, diye cevap verir.  Kızlar sevinirler.  Ertesi gün adam sabahleyin kalkar, Unkapanı Köprüsünün başına gelip bekler.  Yine kimse şu odunu yardırmaz.  Balıkçılar yemek yemek için iskeleye çıkarlar.  Oduncu sandalını veren balıkçıya:
            -- Oğlum sen yemek yiyinceye kadar yine sandalını alayım mı? der.  Balıkçı dahi:
            --  Haydi baba al da ben gelinceye kadar balık tut, diye sandalını oduncuya verir.  Balıkçı dünkü balık tuttuğu yere gider, yine balığın aynini tutar.  Tuttuğu balığı balıkçıya gösterir.  Balıkçı:
            -- Baba talihin ne yavermiş.  Bunu yine padişaha götür sana ihsan verir, der. 
            Adamcağız bir gün evvelki gibi saraya gidip balığı padişaha verir.  Yüz lira daha ihsan alır.  Yine öteki liraların yanına kor.  Bir lirasını alıp bozdurur, bir gün evvel aldığı şeylerin aynını alıp evine gelir.  Kız sevinerek balığı pişirirler, yerler, Allaha şükür ederler.  Küçük kızı der ki:
            --  Babacığım ablalarımın talihini gördünüz.  Yarın da benim talihime git bakalım kazanabilecek misin?   Ben de balık isterim.
            Adamın canına minnet:
            --Olur kızım yarın da senin kısmetine giderim, der.
            Hadiye
            Ertesi gün yine oraya gider.  Balıkçının kayığına biner. Balıkları tuttuğu yere gelir.  Oltayı atar.  Sallar sallar bir şeyler yok.  Balıkçı iskeleye gelir, başlar bağırmaya:
            -- Baba gel çabuk, yeter artık tuttuğun balık! 
            Adamcağız mahzun ve mükedder iskeleye gelir:
            -- Oğlum bugün balık tutamadım, kısmetim yok imiş, der.  Balıkçı da iki gündür tuttuğun yeter, zarar yok, diye kayığına binip açılır.  Zavallı oduncu küçük kızının talihsizliğinden pek müteessir olur.  Köprünün altındaki ikinci dubanın üzerine çıkar baltasına dayanır:
            -- Of, of,” diye ah eder.  O anda deniz karışır, bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir Arap çıkar:
            -- Benden ne istiyorsun, niye çağırdın beni, der.  Oduncu haritayı pusulayı şaşırır:
            --  Ben seni çağırmadım.  Kendi kendime efkâr ettim, düşünüyordum, der.  Arap dahi:
            --  Sen benim ismimi çağırdın, Of Of dedin.  Benim ismim Of Lala’dır.  Benden ne istiyorsun?  Niçin efkâr ettin söyle bana?  Der.  Oduncu da başına gelen hallerin hepsini anlatır.  Arap der ki:
            --  Senin küçük kızın güzel mi?
            Oduncu:
            --  Elbette.  Benim evladım olduğu için bana güzel görünür, diye cevap verir.  Of Lala:
            --  Yarın küçük kızını bana getiriver, sana iki torba altın veririm, der.  Oduncu da:
            --  Peki yarın getiririm inşallah, diyerek oradan ayrılır.  Doğru balık pazarına gidip yine evvelki gibi balık ve ufak tefek alıp eve gelir.  Kızlar, babamız bize yine balık getirdi diye sevinirler.  Neyse, yerler içerler otururlar, oduncu der ki:
            --  Baksanıza çocuklar bugün halanıza sokakta tesadüf ettim.  Biçare çok ihtiyarlamış.  Elini öptüm, beni bile evvelce tanıyamadı sonradan bildi ve dedi ki:
            --  Kardeşim, senin Allah bağışlasın üç tane kızın var.  Benim hiç kimsem yok.  Ne olur küçük kızını olsun bana, yanıma ver.  Ben de küçük kardeşinizi götürmeye söz verdim.  Yarın götüreceğim.  Ne dersiniz?
            Kızlar şaşırırlar: 
            --  Baba biz senin kardeşin olduğunu bu zamana kadar duymadık.  Şimdi bu halamız nereden çıktı? derler.
            --  Ben şimdiye kadar kendisiyle dargındım.  Dün halini gördüm merhamet ettim de onun için konuştum, deyince kızlar da inanırlar.  Ertesi gün küçük kızın gitmesi kararlaşır.  Ertesi gün küçük kız arkasına temizce bir entari giyer.  Kardeşleriyle ağlayaraktan vedalaşır, öpüşür, babasıyla sokağa çıkar.  Unkapanı’na gelirler, köprünün altındaki ikinci dubanın üzerine çıkarlar, kız sorar ki:
            --  Baba, hani ya halama denizden mi gideceğiz?
            Babası dahi:
            --  Kızım, der, senin için çalışıyorum halan falan yok, şimdi görürsün, diye cevap verir ve iki kere  “Of Of” diye bağırır.  Deniz beyaz köpükler içinde karışarak Arap meydana çıkar.  Kız korkusundan bayılacak hale gelir.  Of Lala elinde iki torba altın getirir:
            --  Aferin oduncu baba, hem sözünde durdun hem de kızın fevkalade güzelmiş, diye torbaları verir, kızı kucağına alır, “Kapa gözünü kızım,” der.  Kız kapar gözünü, “aç gözünü” der açar.  Kendini mükemmel bir sarayda bulur.  Her şey muntazam.  Etrafına baktıkça sarayın intizamına hayrette kalır.  Of Lalal Der ki:
            --  Kızım ne istersen emret.   Ben senin lalanım.  Canın sıkılırsa sarayın içini, bahçeyi falan gez.  Bu saray, her şey senin.
            Kız da her tarafı gezer.  Bahçeyi dahi gezerek gelir.  Deniz kenarındaki rıhtıma bir sandalye atar oturur.  Akşam yemeğini de orada yer.  Lala elinde bir bardak şerbet getirir.
            --  Sultanım yemek üzerine şerbetini de iç, der.  Kızın eline bardağı verir.  Kız da alır, içer.  Arası beş dakika kadar geçer kız sandalyede derin uykuya varır.  Ondan sonra sabaha kadar bir şey duymaz. Sabah olur, gözlerini açar, kendini sarayın odalarından gayet mükellef döşenmiş bir yatak odasında, karyolada bulur.  Gece oraya nasıl geldiğini hiç hatırlayamaz!  Kız bu minval üzere orada tamam altı ay oturur.  Bir gün basını kardeşlerini düşünüp bir ah çeker.  Lala da oralarda geziniyormuş.  Hemen yanına koşar:
            --  Aman Sultanım ne için ah çekiyorsun, bir şeye ihtiyacın mı var?  Bana söyle, diye sorar.  Kız dahi:
            --  Hemşirelerimle pederimi göreceğim geldi.  Müsaade edersen gidip görüşeyim, der.  Of Lala dahi:
            --  Sultanım, bu gece düşüneyim de yarın seni gönderirim, der.  O gece yine eski zeval üzerine uyuyakalır.  Bir müddet sonra Lala gelip nısfu’l-leyl olur deniz tarafından bir musiki sesi gelir.  Birkaç sandal yalıya yanaşır.  İçlerinden bir delikanlı rıhtıma çıkar:
            --  Lala sultanım uyuyor mu, der.
            --  Evet şehzadem uyudu.  Fakat bugün öyle mahzun idi ki halini görüp acımamak kabil değildi.  Babasını, kız kardeşlerini göreceği gelmiş.  Benden müsaade talep etti.  Ben de bu gece düşüneyim dedim.  Ne dersiniz şehzadem?  Deyince şehzade dahi:


2 yorum:

  1. şiir tadında okudum,emeğinize yüreğinize sağlık



    YanıtlaSil
  2. Harika elinize emeginize sağlık. Ama sonunu okuyamadim Şehzade ne demiş :(

    YanıtlaSil