Mesleğim icabı biraz da olsa Osmanlıca okuyabiliyorum. En azından dükkana gelen kitapları, dergileri, gazeteleri okuyabilecek kadar Osmanlıcam var. Ama iş elyazmalarına veya el yazılarına gelince çuvallıyorum. Bir resmin altını, bir kartpostalın arkasını okumak benim için neredeyse mümkün olmuyor. Ben de paşa paşa el yazılarını okuyamayacağımı kabullenmiştim. Ta ki elime ince bir defter geçene kadar. Bu ince defterin içinde kurşun kalemle yazılmış bir şeyler vardı.
Kaşımı gözümü yara yara başlığı okudum: Milli Masal, Of Lalanın Hikayesi...
Ve aniden önümde bir kapı açıldı. O, bir resim altındaki beş altı kelimeyi bir saatte okuyamayan ben, masalı sular seller gibi okumaya başlamaz mıyım? İşte masalların büyülü dünyası bu olsa gerek! Okuduklarımı sizle paylaşmadan önce, o günkü İstanbul'dan bir gravür paylaşayım dedim..
Milli
Masal
Of
Lalanın Hikayesi
Zaman-ı
evailde bir oduncunun üç kızı var imiş.
Bu kızların hepsi güzelmiş. Fakat
en küçüğü müstesna güzellerdenmiş. Bu
adamcağız gayet fakir olup akşama yiyeceklerini ancak tedarik edebiliyormuş. Her gün sabahları erkenden Unkapanı
Köprüsünün başında oturur odun yardıracak müşterileri beklermiş. Bir akşam büyük kızı der ki:
-- Babacığım canım çok balık
istiyor. İnşallah yarın Cenab-ı Hakk kâr
verir de bize balık alıp getirirsin.
Babası da:
-- Evladım! Yarın her ne kazanırsam onunla size balık
alırım. Yarın senin kısmetine gideyim
bakalım ne kazanacağım? diye cevap
verir.
Ertesi gün adamcağız sabahleyin erkenden kalkar Unkapanı Köprüsünün başına gider, her vakitki
yerinde oturur, maişetinin gelmesini bekler.
Saat altıya kadar bekler Kimse
gelip de:
--Gel! Baba şu odunu yarıver, demez. Adamcık mahzun olur. Oranın balıkçıları öğlen yemeğini yemek için iskeleye
çıkmışlar. Oduncu
Baba gidip balıkçılara der ki:
--Kuzum evlatlarım biriniz bana
sandallarınızla oltalarınızı verseniz de siz yemek yiyinceye kadar bekler
birkaç balık tutarım. Balıkçıların
hiçbirisi aldırmaz. İçlerinden bir tanesi:
-- Baba! Benim sandalımla oltamı al da ben gelinceye
kadar ne tutarsan bahtına der. Zavallı adam;
-- Hay Allah razı olsun! Cenab-ı Hak
seni de sevindirsin, diyerek hemen sandala atlar. Epeyce kenardan açılır, oltayı denize atar,
bir müddet sonra oltanın sallandığını hisseder hemen çekmeye başlar. Oltanın
ucunda gayet güzel bir balık görünüyor. Balığı çıkarır oltayı tekrar denize atmaya meydan kalmadan balıkçı iskeleye
gelip:
-- Haydi baba, artık yeter, ben
yemek yedim, diye haykırmaya başlar.
Zavallı oduncu bir balıkla iktifa ederek iskeleye gelmeye mecbur
olur. İskeleye çıkar, balıkçı sorar:
--Baba iyi balık tuttun mu? Oduncu dahi:
-- Evladım şu bir dane balığı
tuttum, diye gösterir. Doğru sözlü insaniyetli bir adammış. Balığı gördüğü zaman:
--
Baba! Senin talihin var imiş. Bu
balığı elli aydır biz arıyoruz da bulamıyoruz.
Bunu padişah istemişti. Doğru
saraya götür padişahdan ihsan alırsın, der.
Oduncu sevinerek:
-- Eksik olma evladım, Allah senden
razı olsun diye baltasının ucuna balığı takar omzuna alır saraya doğru gitmeye
başlar. Saray kapusuna gelir kapıcılara:
--Padişahın huzuruna çıkacağım, der.
Kapucu:
--Haydi işine git! Bu kıyafetle mi padişahın huzuruna
çıkacaksın? Diye adamcağızı paylar.
Oduncu der ki:
-- Oğlum ben padişahın iki aydır
arattığı balığı getirdim. Kendim gidip
vereceğim, salıver beni içeriye!
Kapıcı ile kavga etmeye
başlarlar. Padişah da kapının üzerinde
bir camlı bir oda var imiş, orada oturmak için henüz odaya girmek için kapının
önünde bir gürültü duyar. Hadımağasını
gönderip gürültünün sebebini sordurur.
Hadımağası keyfiyeti anlar, gelir der ki:
-- Padişahım! Bir oduncu gelip huzurunuza çıkmak
istiyor. Kapıcı da mani oluyor. Gürültü bundan ibaret.
Padişah:
-- Canım bırakın gelsin bakalım ne
istiyor, der. Hadımağası gidip oduncuyu
padişahın huzuruna getirir. Padişah:
-- Baba ne istiyorsun? Diye
sorar. Oduncu dahi:
-- Şevketlim, senin istediğin balığı
tuttum, der. Padişah bakar ki hakikatten
elinde aradığı balık. . . Memnun
olur. Oduncuya yüz lira ihsan eder. Oduncu sevincinden çıldırmak derecesine
gelir. Hemen padişahın boynuna sarılıp
öpmek ister. Yaverler oduncunun bu
hareketine mani olurlar. Adamcağız dua
sena ederek saraydan çıkar. Tenha bir
virane bulur, yere oturur, koynundan eski paçavralarla yerde
iğne iplik çıkarıp torba gibi diker.
Doksan dokuz lirayı diktiği torbaya kor. Bir lirasını alıp doğru balık
pazarına gider. Bir okka uskumru balık
alır. Soğan, maydanoz, kömür, gaz yağı,
sirke velhasıl her ne lazımsa cümlesini alıp sevinerekten evine gelir. Kızlar babalarının elinde balığı görünce
sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırırlar.
Biri ateş yakar, biri balığı ayıklar, biri de soğan salatası yapar. Hem de balığa piyaz hazırlar. Balığı güzelce ızgara yaparak güle oynaya
yerler. Cenab-ı Hakka şükür ederler. Oduncu baba padişahın verdiği yüz liradan hiç
kızlarına bahs açmaz. Ortanca kızı der
ki:
-- Babacığım ablamın talihine gittin
balık parası kazandın. Benim talihime de
git de bakalım kazanabilecek misin? Hem
bize bu kadar balık az geldi. Yarın gece
de yetirsen yine iştah ile yeriz. Olmaz
mı?
Babası dahi:
--Kızım senin talihine de inşallah
yarın giderim. Hatırın kalmasın. Kazanırsam yine size balık alıp getiririm,
diye cevap verir. Kızlar
sevinirler. Ertesi gün adam sabahleyin
kalkar, Unkapanı Köprüsünün başına gelip bekler. Yine kimse şu odunu yardırmaz. Balıkçılar yemek yemek için iskeleye
çıkarlar. Oduncu sandalını veren
balıkçıya:
-- Oğlum sen yemek yiyinceye kadar
yine sandalını alayım mı? der. Balıkçı
dahi:
--
Haydi baba al da ben gelinceye kadar balık tut, diye sandalını oduncuya
verir. Balıkçı dünkü balık tuttuğu yere
gider, yine balığın aynini tutar.
Tuttuğu balığı balıkçıya gösterir.
Balıkçı:
-- Baba talihin ne yavermiş. Bunu yine padişaha götür sana ihsan verir,
der.
Adamcağız bir gün evvelki gibi
saraya gidip balığı padişaha verir. Yüz
lira daha ihsan alır. Yine öteki
liraların yanına kor. Bir lirasını alıp
bozdurur, bir gün evvel aldığı şeylerin aynını alıp evine gelir. Kız sevinerek balığı pişirirler, yerler,
Allaha şükür ederler. Küçük kızı der ki:
--
Babacığım ablalarımın talihini gördünüz.
Yarın da benim talihime git bakalım kazanabilecek misin? Ben de balık isterim.
Adamın canına minnet:
--Olur kızım yarın da senin
kısmetine giderim, der.
Hadiye
Ertesi gün yine oraya gider. Balıkçının kayığına biner. Balıkları tuttuğu
yere gelir. Oltayı atar. Sallar sallar bir şeyler yok. Balıkçı iskeleye gelir, başlar bağırmaya:
-- Baba gel çabuk, yeter artık
tuttuğun balık!
Adamcağız mahzun ve mükedder
iskeleye gelir:
-- Oğlum bugün balık tutamadım,
kısmetim yok imiş, der. Balıkçı da iki
gündür tuttuğun yeter, zarar yok, diye kayığına binip açılır. Zavallı oduncu küçük kızının talihsizliğinden
pek müteessir olur. Köprünün altındaki ikinci
dubanın üzerine çıkar baltasına dayanır:
-- Of, of,” diye ah eder. O anda deniz karışır, bir dudağı yerde bir
dudağı gökte bir Arap çıkar:
-- Benden ne istiyorsun, niye
çağırdın beni, der. Oduncu haritayı
pusulayı şaşırır:
--
Ben seni çağırmadım. Kendi
kendime efkâr ettim, düşünüyordum, der.
Arap dahi:
--
Sen benim ismimi çağırdın, Of Of dedin.
Benim ismim Of Lala’dır. Benden
ne istiyorsun? Niçin efkâr ettin söyle
bana? Der. Oduncu da başına gelen hallerin hepsini
anlatır. Arap der ki:
--
Senin küçük kızın güzel mi?
Oduncu:
--
Elbette. Benim evladım olduğu için
bana güzel görünür, diye cevap verir. Of
Lala:
--
Yarın küçük kızını bana getiriver, sana iki torba altın veririm,
der. Oduncu da:
--
Peki yarın getiririm inşallah, diyerek oradan ayrılır. Doğru balık pazarına gidip yine evvelki gibi
balık ve ufak tefek alıp eve gelir.
Kızlar, babamız bize yine balık getirdi diye sevinirler. Neyse, yerler içerler otururlar, oduncu der
ki:
--
Baksanıza çocuklar bugün halanıza sokakta tesadüf ettim. Biçare çok ihtiyarlamış. Elini öptüm, beni bile evvelce tanıyamadı
sonradan bildi ve dedi ki:
--
Kardeşim, senin Allah bağışlasın üç tane kızın var. Benim hiç kimsem yok. Ne olur küçük kızını olsun bana, yanıma ver. Ben de küçük kardeşinizi götürmeye söz
verdim. Yarın götüreceğim. Ne dersiniz?
Kızlar şaşırırlar:
--
Baba biz senin kardeşin olduğunu bu zamana kadar duymadık. Şimdi bu halamız nereden çıktı? derler.
--
Ben şimdiye kadar kendisiyle dargındım.
Dün halini gördüm merhamet ettim de onun için konuştum, deyince kızlar
da inanırlar. Ertesi gün küçük kızın
gitmesi kararlaşır. Ertesi gün küçük kız
arkasına temizce bir entari giyer.
Kardeşleriyle ağlayaraktan vedalaşır, öpüşür, babasıyla sokağa çıkar. Unkapanı’na gelirler, köprünün altındaki
ikinci dubanın üzerine çıkarlar, kız sorar ki:
--
Baba, hani ya halama denizden mi gideceğiz?
Babası dahi:
--
Kızım, der, senin için çalışıyorum halan falan yok, şimdi görürsün, diye
cevap verir ve iki kere “Of Of” diye
bağırır. Deniz beyaz köpükler içinde
karışarak Arap meydana çıkar. Kız
korkusundan bayılacak hale gelir. Of
Lala elinde iki torba altın getirir:
--
Aferin oduncu baba, hem sözünde durdun hem de kızın fevkalade güzelmiş,
diye torbaları verir, kızı kucağına alır, “Kapa gözünü kızım,” der. Kız kapar gözünü, “aç gözünü” der açar. Kendini mükemmel bir sarayda bulur. Her şey muntazam. Etrafına baktıkça sarayın intizamına hayrette
kalır. Of Lalal Der ki:
--
Kızım ne istersen emret. Ben
senin lalanım. Canın sıkılırsa sarayın
içini, bahçeyi falan gez. Bu saray, her
şey senin.
Kız da her tarafı gezer. Bahçeyi dahi gezerek gelir. Deniz kenarındaki rıhtıma bir sandalye atar
oturur. Akşam yemeğini de orada yer. Lala elinde bir bardak şerbet getirir.
--
Sultanım yemek üzerine şerbetini de iç, der. Kızın eline bardağı verir. Kız da alır, içer. Arası beş dakika kadar geçer kız sandalyede
derin uykuya varır. Ondan sonra sabaha
kadar bir şey duymaz. Sabah olur, gözlerini açar, kendini sarayın odalarından
gayet mükellef döşenmiş bir yatak odasında, karyolada bulur. Gece oraya nasıl geldiğini hiç
hatırlayamaz! Kız bu minval üzere orada
tamam altı ay oturur. Bir gün basını
kardeşlerini düşünüp bir ah çeker. Lala
da oralarda geziniyormuş. Hemen yanına
koşar:
--
Aman Sultanım ne için ah çekiyorsun, bir şeye ihtiyacın mı var? Bana söyle, diye sorar. Kız dahi:
--
Hemşirelerimle pederimi göreceğim geldi.
Müsaade edersen gidip görüşeyim, der.
Of Lala dahi:
--
Sultanım, bu gece düşüneyim de yarın seni gönderirim, der. O gece yine eski zeval üzerine
uyuyakalır. Bir müddet sonra Lala gelip nısfu’l-leyl
olur deniz tarafından bir musiki sesi gelir.
Birkaç sandal yalıya yanaşır.
İçlerinden bir delikanlı rıhtıma çıkar:
--
Lala sultanım uyuyor mu, der.
--
Evet şehzadem uyudu. Fakat bugün
öyle mahzun idi ki halini görüp acımamak kabil değildi. Babasını, kız kardeşlerini göreceği
gelmiş. Benden müsaade talep etti. Ben de bu gece düşüneyim dedim. Ne dersiniz şehzadem? Deyince şehzade dahi: