-- Sizin haliniz ve sarayın matemi andıran hali nazar-ı dikkatimi celp edip cariyelere sordum. Beni payladılar ve bir şey söylemediler. Rica ederim sizi bu kadar yasa düşüren hale nedir? Deyince sultan can-ı gönülden bir ah çekip:
--
Kızım, madem ki soruyorsun her ne kadar lakırdısı ile dahi fena
oluyorsam da senden çok hazzettim, söyleyeyim de merakdan kurtul:?! Bundan yedi
sene evvel on dört yaşında gayet kıymetli bir oğlum esrarengiz bir surette
kayboldu. Aratmadığımız yer
kalmadı. Her memlekete bir bölük asker
gönderdik. Tamam üç sene mütemadiyen
arattığımız halde çocuğun nam ve nişanından haber alamadık. Artık her tarafa gönderdiğimiz askerler
bulamadan ve arayacak yer kalmadı diye haber getirince o zamana kadar belki
bulunur ümidiyle beklediğim evladımın, ciğerparemin bulunacağından kat’i ümit
ederek meyusiyetle bu gördüğün hale uğradım.
Dört sene oluyor ki yatağımdan hiç kalkmadım. Ve şimdiden sonra da kalkacağım yok diye
sultan ağlamaya başlar. Kız son derece
müteessir olur, der ki:
--
Sultanım yedi senedir kaybolan evladınızı ben size bulurum! Sultan hemen kalkıp yatağının içine
oturur.
--
Alla aşkına söyle, bulacağım dedin değil mi? Yoksa ben mi yanlış anladım. Evladım nerede söyle bana çabuk söyle,
demesiyle kız der ki:
--
Sultanım benim tutup bağlayınız, dediğim adamı bağlarsanız o zaman
oğlunuzu bulurum. Yoksa başka türlü
korkarım!
Sultan hemen padişaha haber
gönderir. Padişah gelir. Sultanı yatağın içinde oturur görünce
hayrette kalır.
--
Aman sultanım, bu ne hal. Nasıl
katlınız diye sorara. Sultan dahi kızın
söylediğini padişaha anlatır. Padişah
meserretinden ne yapacağını bilemez.
Kıza der ki:
--
Kızım kimi bağlamamız lazımsa söyle de bağlayalım.
Kız:
--
Efendim, baş ağa efendiyi bağlayınız, deyince padişah hayretle
--
Sen deli mi oldun, pederimden sonra ben onu baba bilirim. Böyle hezeyan olmaz. Benim lalamdan ne istiyorsun? Der. Kız dahi:
--
Siz bilirsiniz padişahım, o bağlanmadıkça ben de şehzadeyi bulamam,
der. Sultan telaşla:
--
Aman padişahım benim bile bağlanmamı arzu etse bağlayınız. Sonradan lalanızdan özür dilersiniz. Benim
evladım bulunsun da tek, lala varsın bağlansın, der. Padişah dahi razı olur. Lalanın bir şeyden haberi yokken iki kuvvetli
adam getirtip lalayı tuttururlar.
Avludaki mermer direğe sıkı sıkı bağlatırlar. Lala ne olacağını bilmez. Şaşkın şaşkın etrafına bakınır. Lalanın bağlandığını görünce kız meydana
çıkar. Kız önden, padişah, sultan ve
saray halkı arkasından yürürler. Kız
lalanın yanına gelir. Yeleğinin cebinden
bir anahtar çıkarır. O zaman lala işi çakar. Siması bembeyaz kesilir. Kız anahtarla lalanın dolabını açıp tabağın
içindeki üç zeytini ve kuru ekmeği padişaha gösterdi:
--
İşte evladınızın gıdası bu kuru ekmekle üç tane zeytin! Der ve oradan
bahçeye çıkarlar. Yedi senedir matemden
kimse bahçeye çıkmamış olduğundan her tarafı otlar kaplamış. Otların arasından yürüyerek mahzen kapağının
olduğu yere gelirler. Kız kapağı açıp
merdivenden aşağı iner. Arkasından
diğerleri de inerler. Herkesin kulağına
bir hazin seda gelir:
--
Lala, şimdi gündüz de mi geliyorsun?
Artık dayanamıyorum. Bir de
padişah başını kaldırıp tavanda evladının asılı olduğunu görünce kendisi bir
tarafa sultan diğer tarafa yıkılıp bayılırlar.
Hemen harem ağaları şehzadeyi baygın bir halde tavandan indirirler. Padişahı, sultanı ayıltıp şehzadeyi de alıp
saraya gelirler. Hemen doktor celbiyle
tedavisine ihtimam gösterirler. Padişah
kıza sorar ki:
--
Kızım sen bu sırra nasıl vakıf oldun?
Anlat bakayım. Kız da gördüğünün
cümlesini bir bir anlatır. Herkes
lalanın ihanetine hayrette kalır.
Padişah cellada lalanın asılarak idamını emreder. Bu suretle adalet yerini bulur. Şehzadenin hastalığı açlık olduğu içün birkaç
günde tedavisi kabil olur. Padişah kıza
der ki:
--
Kızım, dile benden ne dilersen?
İstersen seni oğluma alayım.
Başka istediğin varsa, ona vereyim, ne ise arzun söyle. Kız dahi:
--
Padişahım, sağlığınızı isterim. Madem
ki bana bir iyilik etmek arzu ediyorsunuz, ben bir azat kağıdından başka bir
şey istemem. Beni azat ediniz, der. Sultan o kadar yalvarırsa da bir türlü kızı
ikna edemez. Azat kağıdını yazıp padişah
mührü basar. Kızın eline verirler. Kız saray halkı ile vedalaşıp çıkar. Doğru esircinin hanesine gider. Kapıdan içeri girer. Esirci şaşırır:
--
Kız neye kaçtın? Der. Kız azat
kağıdını gösterir. Esirci padişahın
mührünü görünce öper başına kor. Der ki:
--Kız üç günde ne yararlık gösterdin ki
seni azat ettiler. Kız dahi:
--
Senin ne vazifen, sen beni daha terbiyeli bir yere sat. Ben orada terbiye olamadım, deyince esircinin
canına minnet yüzü güler:
--
Olur kızım, sen merak ben seni bu sefer daha iyi yere satarım, der. Kız orada yine birkaç gün daha oturur. Bir gün yine padişahın sarayından bir harem
ağası gelip cariyelere bakar. Hiç birini
beğenmez. Esirci der ki:
--
İstediğiniz gibi bir cariye var ama biraz pahalıdır.
Harem ağası ne olursa olsun, der. Yine cariyeyi üç yüz liraya satar. Kızı başka odaya götürüp üç yüz lirayı
verir. Kız der ki:
--
Babacığım, ben parayı ne yapacağım?
Fakat bu defa yolumuz uzak, gurbete gidiyorum, ne olur ne olmaz elli
lira veriniz de yanımda bulunsun. Adam
kıza elli lira verir. Kız harem ağası
ile yola revan olduktan bir müddet sonra Yemen memleketine dahil olur ve
padişahın sarayına gelirler?!...
Harem ağası kızı padişahın huzuruna
çıkarır. Padişah kızı görünce:
--
Ay, ne kadar güzel pek yazık, der.
Harem ağası dahi:
--
Siz, güzel olsun, şişman olsun dediniz, bundan güzelini bulamadım,
cevabını verir. Padişah:
--
Götür gözüm görmesin, deyince lala kızı alıp doğru has bahçeye
çıkarlar. Bahçenin bir köşesinde
penceresiz köşk gibi bir şey var imiş.
Harem ağası gider onun kapısını açar, kıza der ki:
--
Haydi, içeri gir. Kız da içeri
girer. Harem ağası hemen kapıyı kapar,
kilitler, gider. Kız kapının önünde bir
müddet durur. Penceresi olmadığı için
gayet karanlık olduğundan kız gözünü karanlığa alıştırır. Etrafına bakar ki odanın bir köşesinde
zincirlere bağlı deli bir kız önünde insan kemikleri yığılmış. Kız hemen karşı cihete geçip delinin tecavüzünden
kurtulur. Cebinde bir çakısı var imiş,
başlar duvarı oymaya. Gece uykusu
gelinceye kadar epeyle oyar. Sonra
uyur. Sabah olur. Kendisinin oraya geldiği saatte yine kapı
açılır. İçeri bir kız girer. Kapı kapanır.
Kız delinin önüne doğru yürümeğe başlar.
Oduncunun kızı:
--
Kız buraya gel, sen deliden daha delisin. Niçin önüne gidiyorsun? Der.
Yeni gelen kız bu sedayı duyunca sedanın geldiği tarafa doğru
gider. İki kız biraz konuştuktan sonra
duvarı oymaya başlarlar. Dört gün bu
suretle geçer. Her sabah bir kız
gelir. Bunlar dört kız olurlar. Münavebeyle duvarı oyarlar. Bir baş çıkacak kadar büyütürler. Kızlar da açlıktan bayılmışlar, hele deli
açlıktan zincirleri kıracak gibi homurdanırmış.
Oduncunun kızı başını delikten çıkarıp bakar ki bulundukları yer
zeminden üç adam boyu kadar yüksek.
Aşağıda bahçıvan bir şeyler dikmekle meşgul. Kız:
--
Bahçıvan, bahçıvan, der. Bahçıvan
başını kaldırıp kızı görünce hayretle sorar:
--
Kız senin orada ne işin var? Kız:
--
Kabahat eden cariyeleri buraya hapsediyorlar. Kuzum bahçıvan, sana bir lira vereyim bana
ekmek, peynir, sucuk, gaz, zilli maşa, darbuka, tef, kibrit, bunların hepsini
alıp getir, bir lira da sana bahşiş veririm, der. Bahçıvan razı olur. İki lirayı alıp gider. Biraz sonra istediklerinin cümlesini almış
olduğu halde gelir. Kızlar bellerinden
kuşaklarını çıkarıp uç uca bağlarlar.
Aşağıya sarkıtırlar. Alınan
şeyleri bir bir yukarı çekerler. Bir
miktarını yiyip karınlarını doyururlar.
Bunlar burada bu minval üzere tamam kırk gün otururlar. Eksiklerini bahçıvana tamamlatırlar. Yerler, içerler, geceleri dahi def, zilli
maşa, darbuka çalarak zevk ve sefa ederlermiş.
Kırk birinci gece gelip oynaşırken gazları söner. Kibritleri bitmiş olduğundan karanlıkta
kalırlar. Daha da uykuları
gelmemiş. Oduncunun kızı pencereden baş
uzatıp bakar. . .
-- Çocuklar şurada bir aydınlık görünür. Galiba bahçıvanın kulübesi, gidip şu gazı
yakayım, der. Cümlesi razı olurlar. Kuşaklarını çıkartıp bir birine
bağlarlar. Kızın beline bağlayıp aşağı
sarkıtırlar. Kız belinden kuşağı çözüp
koşmaya başlar. Kız yürüdükçe aydınlık
uzar. Bir saat kadar yürür, bir de bakar
ki bir dağın başında bir dev karısı oturmuş önüne bir ateş yakmış üzerinde bir
kazan kaynatıp duruyor. Kız geri dönmeğe
meydan bulamadan dev kızı görür. Kız
bakar ki kurtuluş yok, hemen koşar kadının boynuna sarılır.
--
Anacığım, der. Elini öper, dev
der ki:
--
Eğer sen anacığım deyip elimi öpmeseydin seni şu kaynayan kazana atıp söğüş
yapar bir güzel yerdim. Kız dahi:
--
Anacığım,bu kaynattığın kazanda ne var, diye sorar. Dev dahi:
--
Bu memleketin padişahının kızı bahçede gezerken oğlum görüp aşık
oldu. Allahın emriyle istedim. Benim oğluma vermedi. Ben de bir evladımı mahzun ettiği için
kızının gömleğini çalıp sihir ile yedi senedir kızın aklını kaynatıyorum. Kız şimdi delidir. Her gün bir insan eti yiyor. İntikamımı aldım ama yedi senedir uykusuzum,
der. Kız der ki:
--Anacığım sen bana nasıl odun atıyorsun
göster, ben yaparım. Sen uyu, olmaz mı?
Devin canına minnet kıza gösterir. Kız odunları kazanın altına atar, sonra der
ki:
--
Ben senin uyuduğunu nereden bilirim?
Gürültü etmeyeyim. Dev,
--
Ben uyuduğum zaman gözlerim cam gibi parlar, der. Oradan başının altına bir odun koyup üstüne
yatar, hemen gözleri cam gibi parlamaya başlar.
Kız bakar ki dev uyudu:
--
Yarabbi sen bana Hazret-i Ali kuvveti ihsan eyle, deyip kazanı tutar
devin başından aşağıya döker. O anda
devin başı patlar içinden beyni çıkıp yuvarlanmaya başlar. Kız hemen koşar devin beynini alıp, belki
lazım olur diye koynuna koyar ve oradan gazını yakıp döner, kızların bulunduğu
köşke gelir:
--
Beni yukarı çekin, diye bağırır.
Kızı yukarı çekerler. Kız hiç
devden falan bahs etmez. Oturup yine
çalarlar gülüşürlerken deli kız:
--
Aman beni niye buraya baladınız kuzum, beni çözünüz, der. Kızlar deli lakırdı söylüyor diye
şaşırırlar. Oduncunun kızı keyfiyeti
biliyor ya der ki:
--
Kızlar deliyi çözelim, ortamıza alalım, eğer bize hücum ederse biz kırk
kişiyiz elbette bir kızla başa çıkarız.
Cümlesi razı olurlar. Deliyi çözerler, ekmek peynir verip karnını doyururlar. Böylece sabahı ederler. Sabah olur.
Yine bunlar çağlıyı şarkıyı bırakmazlar.
Harem ağasının beri bir kız getirir.
Kapıyı açar, bir de bu gürültüyü görünce korkusundan kapıyı kapar ters
yüz yine döner padişahın huzuruna çıkar:
--
Efendim, sultan hanımı cinler periler basmış. Çalıp çığırıp duruyorlar. İçerisi kalabalık, diye haber verir. Zavallı padişah mukadder olur:
--
Güya evladımın felaketi kendisine yetmiyormuş gibi bir de cinlerle mi
uğraşacak. Bari gidip gözlerimle
göreyim, diye harem ağası ile beraber bahçeye gider. Köşkün kapısını açarlar bir de içeri bakar ki
hakikatten gürültü kıyamet kopuyor. Sultan
babasını görünce hemen ayağa kalkıp kapıya doğru gider, der ki:
--
Padişah babacım beni buraya niçin zincirlerle bağlattınız, ben deli
miyim?
Padişah bakar ki kızı deliye
benzemiyor. Hemen oradan tekmil kızlarla
kızını alıp saraya gelirler. Kızları
hamamda yıkayıp temiz elbiseler giydirirler.
Padişah kızlara sorar:
--
Kızımın aklını başına kim getirdi?
Kızlar der ki:
--
Biz bilmeyiz ablamız bilir, derler.
Oduncunun kızı dahi ahvali bir bir nail eder. Sultan Padişah memnun olur. Kıza der ki:
--
Kızım seni evlat edinip sultanla beraber gelin edelim. Ne istersen emret, der. Kız:
-
Ben azat kağıdından başka bir şey istemem. Bir de İstanbul’a gidecek bir gemiye beni
bindiriniz. İstanbul’a gideyim,
der. Bakarlar ki kızı ikna edemeyecekler
azat kağıdını yazar verirler. O gün bir
gemi kalkıyormuş, kızı kaptana teslimen İstanbul’a gönderirler. Kız İstanbul’a vasıl olur. Doğru Unkapanı köprüsüne gelip ikinci dubanın
üstüne çıkar. Of… Offf, diye
bağırır. Deniz karıştıkdan Of Lala
meydana çıkar. Kızı görünce taaccüp ile
:
--
Kızım sen buraya nasıl geldin? Diye sorar. Kız dahi:
--
Lalacığım şehzadem nasıl oldu? Der.
Lala:
--
Ah sultanım, şehzadem ümitsiz bir halde bıraktığın gibi elan yatıyor;
der. Kız der ki:
--
Kuzum lalacığım beni saraya götür de dünya gözüyle şehzademi bir daha
göreyim. Lala:
--
Kızım seni evladım gibi severim, apa gözünü, der. Kız apar:
--
Aç gözünü, der. Açar. Kendini sarayın içinde bulur. Doru şehzadenin bulunduğu odanın kapısına
gelir. Delikten içeri bakar ki şehzade
karyolasında kukla kadar kalmış, yanıyorum, ölüyorum, diye çırpınıp
duruyor. Yanında müteaddid doktorlar
tedavisiyle meşgul. Kız der ki:
--
Lala içeri gir de sor bakalım şehzadenin derdine hiç çare yok mu?
Lala içeri girer, sorar:
--
Oğlum şehzadenin derdine çare yok mudur? Doktor der ki:
--
Vardır ama gayet güçtür. Yedi
senelik sihirli su ile kaynamış dev beynini şehzadenin vücuduna sürülürse o
anda ifakat bulur. Lala çıkıp kıza
söyler, kız koynunda sakladığı devin beynini lalaya verip, götür bunu
çekmecemde buldum de, der. Söyle bakalım
bu mudur, der. Lala götürüp:
--
Oğlum çekmecemde bir şey buldum, acaba bu mudur, der. Doktorlar bakarlar ki istedikleri beyin:
--
Lala bu zamana kadar şehzadeye niçin sıkıntı çektirdin, çabuk hamamı
yak, derler. Hamamı yakarlar. Şehzadeyi çarşafla hamama götürürler. Göbek taşında hem ılık suyla yıkarlar, hem de
vücuduna devin beynini merhem gibi sürerler.
Üç gün devam ederler. Şehzadenin
vücudu iyi olur. Bir gün lalasına der
ki:
--
Lala benim sultanım nerede? Lala:
--
Şehzadem sen o zaman yemin ettin ben de fırına attım, der.
--
Lala nasıl kıydın iki canlı insana, der.
--
Şehzadem, inanmazsan gösteririm, diye şehzadeyi kucağına alıp fırına
attığı kuzunun yanmış kömürünü gösterir.
Sonra yine yatağına getirir. Lala
dışarı çıkar. Şehzade kendi kendine:
--
Sultan öldükten sonra bana dünya haram olsun, diye baş ucundaki hançerle
kendini vururken hemen sultan içeri girip:
--
Şehzadem ben buradayım, diye sarmaş dolaş olurlar ve ömürlerinin
nihayetine kadar bahtiyarane yaşarlar?...!
ben küçükken ablam bize anlatırdı bu masalı elinize sağlık :) sevgiler
YanıtlaSilBunu duyduğuma çok mutlu oldum. Kayınvalidem de çocuklara "Limon Kız" diye bir masal anlatırdı, benzer unutulmuş bir masal. Aklıma o geldi, onu da yazayım bir ara.
SilHikâyenin sonunu tekrar yazdığınız için çok teşekkür ederim çok beğendim,ellerinize sağlık. Selamlar....
YanıtlaSil