Nuruosmaniye Cami önü esir pazarı |
--
Kız seni evladım gibi severdim. Sen
herkesin sözüne uydun. Şehzadenin
cemalini seyredeceğim diye tılsım olan yanağındaki bene mum damlattın. Bir sene daha sabredemedin. Şimdi benden sana iylik: fırına şehzadenin
yemini yerine gelsin diye bir sevgili koyunu var onu atayım. Seni bir memlekete götürüp bırakayım. Canına kast edemeyeceğim.
Hemen koyunu yanan fırının içine
atar. Kızı kucağına alıp:
--
Kapa gözünü, der. Kız gözünü
kapar.
--
Aç gözünü, der. Kız açar
kendisini bilmediği bir memlekette bulur.
Gece yarısı karanlıkta etrafı göremez.
Zavallı kız kardeşlerini görmeye gittiğine bin kere lanet hevan olur. Ağlayaraktan yürümeye başlar. Bir büyük ağaç görerek üzerine çıkar gecenin
mütebakını orada bin türlü endişe ile geçirir.
Sabah olur ağaçtan iner. Yürümeye başlar. Birkaç saat yürükten sonra bir şehre dahil
olur. Geceden beri meyusiyetle düşüne düşüne kendi kendine bir
karara varır. Şimdi bu kararını mevki
icraya koymak için çare arar. Bir müddet
daha gittikten sonra ihtiyar bir adama rast gelir. Mahcubiyetle sorar:
--
Bakınız a efendi peder, burası hangi memleket ? İhtiyar dahi:
--
Evladım burası Hint memleketidir.
Sen yabancı mısın? Kız:
--
Efendi baba canım, ben garibim, kimsem yok. Sizden esir pazarını soracaktım. Nerededir bana gösterir misiniz? İhtiyar:
--
Evladım buranın esircisiyim. Bir
yer aramadan güzel tesadüf; benden ne istiyorsun? Cevabını verince kız:
--
Ben terbiyeli yere satılmak istedim.
Zira terbiyem……. olduğundan başıma daha çok felaket gelmesi
muhtemel. Beni güzel bir yere satınız,
der.
İhtiyar bakar ki kız fevkalade güzel,
yüzlerle lira edecek, sevinir:
--
Peki kızım seni istediğin gibi yere satarım. Haydi yürü gidelim, der. Ve birlikte
yürümeğe başlarlar. İyice yürüdükten
sonra bir konağın önünde ihtiyar durur.
Kapıyı çalar. Kapı açılır,
içeriye girerler. Kız konağın her
tarafını mükemmel bulur. Müteddin satılık
köleler, cariyeler velhasıl kendisi gibi birçok talihsizler de orada tesadüf
eder. Orada iki gece kalır. Üçüncü günü Hint padişahının sarayından iki
harem ağası gelip bir güzel cariye ayırırlar.
Esirci ne kadar cariyesi varsa gösterir.
Beğenmezler:
--
Bunlardan daha güzeli yok mu? Diye sorarlar.. Esirci dahi:
--
Var ama biraz fiyatlıcadır, der.
Harem ağası:
--
Ne olursa olsun güzel olsun da, deyince esirci hemen gider oduncunun
kızını getirir. Lalalar pek beğenirler:
-
Bunu kaç liraya satıyorsun? Diye sorarlar. Esirci üç yüz liradan bir para aşağıya olmaz,
der. Lalalar kızı pek beğendikleri için
üç yüz lirayı verip kızı alırlar. Esirci
kızı bir yalnız odaya götürüp der ki:
--
kızım, al bu iç yüz lira senindir.
Kız dahi:
--
Babacığım ben parayı ne yapayım, benim maksadım terbiye olmak. Bu para sana helal olsun, der. Esirci son derece memnun olur:
--
Haydi kızım git, Allah selamet versin.
Cenab-ı Hak da seni memnun eylesin, diye dualaşıp ayrılır. Kız lalalarla Hint Padişahının huzuruna
çıkar. Padişah kızı pek beğenir.
--
Haydi götürünüz. İşinin neden
ibaret olduğunu gösterin, der. Kızı
oradan başka bir odaya götürürler.
Odanın içi siyahlarla düşenmiş siyah perdeler asılmış, köşede bir
karyola içinde mumya gibi sarı bir taze inim inim iniliyor. Kızı götüren cariye yatağın yanına gider:
--
Sultan hanım istediğiniz gibi güzel cariyeyi esircinin hanesinde Base
ağa efendi bulmuş, getirdi. Emrinize
amadedir. Sultan başını çevirir bakar ve
gayet ince bir sedayla:
--
Hakikatten güzel, beğendim, yelpazemi getiriniz, der. Hemen cariye gider incili bir yelpaze
getirir, yeni gelen kızın eline verir.
--
Senin vazifen sultan hanımı yelpazelemek, der ve odadan çıkar. Biçare kız hastanın başucuna geçer
yelpazelemeğe başlar. O yatakta “Allah,
Of” diyerek inler, bu zavallı kız onu yelpazeler. Gece olur, saat altıya kadar yelpazeler. Sultan:
--
Haydi kızım, artık git yat, der.
Sultanın odasına muttasıl bir oda varmış. Kıza orada yatacaksın,
der. Gündüzden göstermişler, gider. Zavallı soyunur yatar. Fakat gözüne bir türlü uyku girmez. Kendi kendine düşünür:
--
Acep bu sarayda ne esrar var?
Elbet yarın cariyelerden birine sorup öğrenirim. Ertesi gün kalkar, yine vazifesi başına
gider. Sultan kıza gidip yemek yemesi
için müsaade eder. Kız öteki cariyelerle
sofraya oturup yemek yerken sorar ki:
--
Rica ederim bu saraydaki matem neden.
Her köşede bir hüzün görüyorum.
Orada bulunan cariyeler:
--
Sus, sen de dün geldin bu gün her şeyi anlamağa kalktın. Senin ne vazifen! Cevabını verirler. Biçare kız susmağa mecbur olur. O gece dahi saat altıya kadar sultanı
yelpazeler. Sultan yatmak için müsaade
eder. Kız odasına gider. Saat yediye kadar uyuyamaz. Bir müddet daha o yana, bu yana döner.
Tamam uyuyacağı zaman şark diye kapı açılır. Kız uyur gibi yapar. Gözünün aralığından gelenin kim olduğunu
anlamak için bakar. Kendisini esir
pazarından gelip alan haremağasının bir tanesi olduğunu görür ki bu ağaya
herkes baş ağa efendi diye ihtiram edermiş.
Kız kapısının bu ağa tarafından açıldığını görünce teaccüble kendisini
uyur gibi gösterir. Arap içeriye başını
sokar, iki defa, “kız, kız”, diye bağırır.
Hiç ses çıkmayınca:
--
Uyumuş şeytan kız, der. Kapıyı
çeker. Kız kendi kendine:
--
Acep beni bu adam ne yapacaktı gece yarısı, şunun arkasından gideyim
bakayım nereye gitti! Der. Hemen
yataktan kalkar, salona çıkar. Baş ağa
merdivenden iniyormuş. Kız da onu takip
eder. Arap odasına gider. Bir dolap açar. Bir kesik saplı kamçı, bir tabakta üç tane
zeytin, bir dilim kuru ekmek alıp dolabı kapar.
Odadan çıkar, avluya iner. Kız da
arkasından gider. Arap bahçe kapısını
açar, bahçeye çıkar. Bahçe saray
bahçesinden ziyade viraneliğe benziyormuş.
Her tarafını otlar bürümüş.
Bahçeye uzun müddet bakılmadığı yek nazarda anlaşılıyormuş. Lala bahçede bir miktar yürüdükten sonra
yerden bir mahzen kapağı açar. Kapağın
içindeki merdivenden aşağıya iner. Kız
da arkasından iner. Lala bir odaya
girer. Kızın kulağına ince bir seda
gelir:
--
Lala yine mi geldin? Kız kapıdan
içeriye bakar ki tavana saçlarından asılmış bir delikanlı mumya gibi sararmış o
kadar zayıflamış ki tarif olunur gibi değil.
Lala hemen tavandan delikanlıyı indirir, ekmekle zeytini verir. Zavallı çocuk aç köpek gibi ekmeğe sarılır
yer. Ondan sonra Lala:
--
Bre nâbekâr daha uslanmadın mı? diyerek elindeki kırbaçla delikanlıyı
bayılıncaya kadar döver. Biçareyi baygın
bir halde tavana asar. Kapıdaki kız işin
hitam bulduğunu anlar. Laladan evvel
koşa koşa odasına gelip yatar. Biçare
kız yarı uyur, yarı uyanık sabahı eder.
Sabahleyin yine vazifesi başına gider.
Sultanı yelpazelemeğe başlar.
Sultan dahi her günkü gibi ah of deyince kızın içi lüzün olurmuş. Kendi kendine düşünür:
--
Acep akşamki gördüğüm halleri söylesem mi? Yoksa sultanın matemi o delikanlıdan mı?
diye fikrinden geçirir ki ne olursa olsun söylerim diye tekmil cesaretini
toplar, sultana der ki:
Arkası yarın...
Merhaba blogunuzu tesadüfen buldum. yarın universite sınavına girecek kızıma okuyordum Of Lala nın Hikayesini devamını göremiyorum nasıl okuyabiliriz. Sevgiler
YanıtlaSil