Çooook uzun bir aradan sonra blog'umu canlandırmaya karar verdim. Bu da beni heyecanlandırdı ve dolayısıyla aklıma yazacak tek bir kelime gelmedi. Ben de daha önce yazmış olduklarımdan kopya çekmeye karar verdim. Başlangıçta eski yazılarıma da müracaat edeceğim ama amacım, her hafta en az bir iki yeni yazıyı paylaşmak. Umarım yarı yolda bırakmam kendi kendimi. Bugün Tagore ile başlayayım dedim. Onunla başlayıp kaybolayım...
Saraswati |
.
Brahma |
….kendi yarattığını benim gözlerimden doğru görmek ve kendi
ebedi ahengini dinlemek için benim kulaklarımın kapısında durmaktan haz mı
duyarsın? Senin dünyan benim kafamın
içinde kelimeler örüyor ve senin neşen onlara musiki katıyor. Sen kendini aşk ile bana veriyor ve sonra
bütün kendi letafetini bende tadıyorsun.
Tagore
Evet öyle. Ama neden
kendi yarattığın dünyayı görmek ve duymak için bana ihtiyacın var? Çok büyük olduğun için mi? Kendi halinle buraya varsan her şeyi yakıp
yok edeceğin için mi?
Tamam. O halde
ben? Sadece bir alıcı radyo gibi
miyim? Bir robot, etrafa baktığında
gördüğü ve duyduğunu başka bir merkeze aktaran?
Sanki ben öyle değilim. Sadece o
kadar değilim yani. Öyleyim tabii ki. Öyle görünüyor. Ama senin varlığın, beni var ediyor. Ya da benim varlığım seni var ediyor. Benim sana muhtaç olduğum kesin ama sanki sen
de bana muhtaçsın. Ama neden? Senin dünyanda seni tatmin etmeyen nedir ki bu
dünyayı kurdun? Sabırla da yok
etmiyorsun, tüm rezilliğine rağmen. Neden
bu dünya var? Neden ben yaşıyorum? Neden yaşama sevincim var? Neden en ufacık bir şeyden nihayetsiz bir
haz, nihayetsiz bir mutluluk duyabiliyorum?
Beni yaşama dört elle sardıran ne?
Bu merak niye? Niye? Birbirimizle bağımız ne? Beni bırakmıyorsun. Ben değilim yaşama dört elle sarılan,
sensin. Sen bende yaşamaya devam etmek
istiyorsun. Ben yokum, biliyorum. Ama sen, kendinden başka bir varlıkmışım gibi
hissetmeme neden olan bu dünyayı kurdun.
Neden sen olmadığımı sanıyorum?
Ayrı biri zannediyorum kendimi?
Ve çoklukla öyle davranıyorum.
Hatta senin yarattığın alemi sahiplenmelere kalkıyorum. Sonra yaptığımı fark edip kendi kendimle
kavgaya başlıyorum. Sonra diyorum ki,
beni sana ancak ölüm kavuşturabilir.
Bütün hayat ahrette. Kavuşmamız
ahrete kaldı. Ama sonra yaşama dört elle
sarılıyorum. Bu ne ya? Tam
olarak yerine oturmuyor taşlar. Anlayamadığım bir şey var.
Bir başka dünya daha var.
Ahret var. Mekanını bilmem. Ama ahret var. Neden ahret sana yetmiyor? Bu dünya olmazsa ahret de mi olmuyor
yoksa. Ondan mı bitmez tükenmez
tekrar. Ve zevkle? İsteyerek?
İyi de ahret olmadığı zaman da vardın sen öyle değil mi?
Ezelden ebede kadar. Ezel ile
ebed arası bu dünya mı? Yine de
anlamıyorum, bu dünya niye var? Kendini
görmek için. “Gizli bir hazine idim,
bilinmek istedim." Rivayete göre
Allahın Muhammede söylediği bir şey.
Ayşe Şasa bu sözle kurtuluyor şizofreniden.
Yalnızlık. Bilinmek
istemek. Kim bilecek? Bilecek biri olması lazım. Acaba bilmeyen kendi miydi? Kendi kendini mi anlamaya çalışıyor? Nasıl olabilir böyle bir şey ya? Böyle bir kainatı yaratabilip kendini
bilememek mümkün değil. Mümkün
olamaz. Sadece bir düşünce mi o? Maddeyi nasıl yarattı? Madde ne?
Düşünce ne? Enerji ne? Aşk, ah aşk ne?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder