1 Aralık 2012 Cumartesi

TAGORE

Çooook uzun bir aradan sonra blog'umu canlandırmaya karar verdim.   Bu da beni heyecanlandırdı ve dolayısıyla aklıma yazacak tek bir kelime gelmedi.  Ben de daha önce yazmış olduklarımdan kopya çekmeye karar verdim.  Başlangıçta eski yazılarıma da müracaat edeceğim ama amacım, her hafta en az bir iki yeni yazıyı paylaşmak.  Umarım yarı yolda bırakmam kendi kendimi.  Bugün Tagore ile başlayayım  dedim.  Onunla başlayıp kaybolayım...

Saraswati
.

Brahma




….kendi yarattığını benim gözlerimden doğru görmek ve kendi ebedi ahengini dinlemek için benim kulaklarımın kapısında durmaktan haz mı duyarsın?  Senin dünyan benim kafamın içinde kelimeler örüyor ve senin neşen onlara musiki katıyor.  Sen kendini aşk ile bana veriyor ve sonra bütün kendi letafetini bende tadıyorsun. 
                   Tagore

Evet öyle.  Ama neden kendi yarattığın dünyayı görmek ve duymak için bana ihtiyacın var?  Çok büyük olduğun için mi?  Kendi halinle buraya varsan her şeyi yakıp yok edeceğin için mi? 

Tamam.  O halde ben?  Sadece bir alıcı radyo gibi miyim?  Bir robot, etrafa baktığında gördüğü ve duyduğunu başka bir merkeze aktaran?  Sanki ben öyle değilim.  Sadece o kadar değilim yani.  Öyleyim tabii ki.  Öyle görünüyor.  Ama senin varlığın, beni var ediyor.  Ya da benim varlığım seni var ediyor.  Benim sana muhtaç olduğum kesin ama sanki sen de bana muhtaçsın.  Ama neden?  Senin dünyanda seni tatmin etmeyen nedir ki bu dünyayı kurdun?  Sabırla da yok etmiyorsun, tüm rezilliğine rağmen.  Neden bu dünya var?  Neden ben yaşıyorum?  Neden yaşama sevincim var?  Neden en ufacık bir şeyden nihayetsiz bir haz, nihayetsiz bir mutluluk duyabiliyorum?  Beni yaşama dört elle sardıran ne?  Bu merak niye?  Niye?  Birbirimizle bağımız ne?  Beni bırakmıyorsun.  Ben değilim yaşama dört elle sarılan, sensin.  Sen bende yaşamaya devam etmek istiyorsun.  Ben yokum, biliyorum.  Ama sen, kendinden başka bir varlıkmışım gibi hissetmeme neden olan bu dünyayı kurdun.  Neden sen olmadığımı sanıyorum?  Ayrı biri zannediyorum kendimi?  Ve çoklukla öyle davranıyorum.  Hatta senin yarattığın alemi sahiplenmelere kalkıyorum.  Sonra yaptığımı fark edip kendi kendimle kavgaya başlıyorum.  Sonra diyorum ki, beni sana ancak ölüm kavuşturabilir.  Bütün hayat ahrette.  Kavuşmamız ahrete kaldı.  Ama sonra yaşama dört elle sarılıyorum.  Bu ne ya?   Tam olarak yerine oturmuyor  taşlar.  Anlayamadığım bir şey var.

Bir başka dünya daha var.  Ahret var.  Mekanını bilmem.  Ama ahret var.  Neden ahret sana yetmiyor?  Bu dünya olmazsa ahret de mi olmuyor yoksa.  Ondan mı bitmez tükenmez tekrar.  Ve zevkle?  İsteyerek? 

İyi de ahret olmadığı zaman da vardın sen öyle  değil mi?  Ezelden ebede kadar.  Ezel ile ebed arası bu dünya mı?  Yine de anlamıyorum, bu dünya niye var?   Kendini görmek için.  “Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim."   Rivayete göre Allahın Muhammede söylediği bir şey.  Ayşe Şasa bu sözle kurtuluyor şizofreniden.  


Yalnızlık.  Bilinmek istemek.  Kim bilecek?  Bilecek biri olması lazım.  Acaba bilmeyen kendi miydi?  Kendi kendini mi anlamaya çalışıyor?  Nasıl olabilir böyle bir şey ya?  Böyle bir kainatı yaratabilip kendini bilememek mümkün değil.  Mümkün olamaz.  Sadece bir düşünce mi o?  Maddeyi nasıl yarattı?  Madde ne?  Düşünce ne?  Enerji ne?  Aşk, ah aşk ne?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder